ÜLKEMİZİN DOĞASINA UYGUN YERLEŞİM
Bu hafta ki yazıma hepimizi içten yaralayan, ömür boyu unutamayacağımız depremle devam edeceğim. Yazmak bazı zamanlarda sıradan bir eylemdir. Bazı zamanlarda da neresinden başlayacağınızı, ne yazacağınızı bilemezsiniz. Deprem ,olduğu günden bu güne kadar tüm ülkemiz gibi beni de uykusuz, yarı aç, yarı tok bıraktı.
Bu kötü süreci üzülerek sosyal medya ve televizyonlardan izliyorum. İlk andan itibaren bir can daha nasıl kurtarılır, daha neler yapılır ya da yapılırdı? diye düşünüyorum.
Daha neler yapılırdı? Düşünmeden kendimi alamadım günlerdir. Televizyonlarda izlediklerimden Hatay’ın Erzin ilçesinin Belediye başkanının “Bizim ilçemizde yıkılan bina yok. Ufak tefek çatlaklar var onlar da hayati önem taşımıyor” sözleri aşağıda sıralayacağım bir yığın tedbirsizlikleri ister istemez düşündürüyor. Depremin şiddetinin, büyüklüğü tartışılmaz yüzyılın felaketi. Tabi “yüzyılın felaketi” derken bilim insanlarının ekranlarda anlattıkları, bastırarak ifade ettiklerine inanarak söylüyorum.
Deprem büyük, on kentimizi vurdu. Vurdu da yine tartışılmasına asla izin verilmeyen devletimiz de büyük ve güçlü. İşte tam bu noktada üç gün önce İçişleri Bakanı Soylu’nun ekranlarda ki açıklamasında “Aş yok, aş yapmak için aşhanede iaşe yok, Bunları bulmakta zorlanacağız” sözleri dikkatimi çekti. Bir gün önce de Cumhurbaşkanımız” bir yıl içinde kentleri yeniden yapacağız”, Ardından diğer bir açıklamada da “otuz bin konutla Mart itibariyle inşasına başlıyoruz açıklamasını yaptı. ‘Aş’ a ihtiyacımız var diyen bir içişleri bakanı ve “bir yıl içerisinde on kenti yeniden inşa edeceğiz” diyen bir Cumhurbaşkanı yorum size kaldı. Bu durumda depremzede yalın ayak, çırılçıplak yatağından moloz yığınlarıyla sahipsizliğe savrulmuş. Büyük bir travma altında ailesini, hatta sülalesini kaybetmiş depremzede ne yapar, ne hisseder?
Ve bizler, Kahramanmaraş’ta kum yığınlarına dönen çok katlı yapıların yanında dimdik ayakta gözümüze sokar gibi duran İnşaat Mühendisleri Odasının binası ve kum yığınına dönen “Ebrar Sitesi”
Sözünü ettiğim bu iki bina gerçekliğiyle gözümüze batıyor. Uzun uzun anlatmaya fırsat vermiyor bu iki fotoğraf. Fotoğraf demişken şimdi deprem enkazlarında en son güne kadar cankurtaran “tekmelediğiniz” madencilerin, tekmelendikleri fotoğraf yeniden hafızamda canlanıyor.
Şimdi devletimiz, Ordusuyla, ‘KIZILAY’ la, ‘AFAD’ la, ‘AKUT’ la ilk gün deprem bölgesinde ilk altı saatte olabilir miydi? Olsaydı onuncu güne can kurtaracağız diye tırnaklarımızla enkaz kazıyor olur muyduk?
Acı büyük ama, AFAD başkanı “ilk gün ulaşılamayan yer yok”. Dedi. Bu daha çok can acıttı. Aradan iki, üç gün geçti gidilemeyen yerler vardı. İlk gün ulaşılmayan yer kalmadı yalanına inandığımızı var sayalım. Kentlerde ki toplanma alanları yok ve imara açılmış. Ve “KADER” planı mı desek? Diyelim mi? Zamanında kapatılmayan İstanbul borsasındaki demir ve çimento hisselerine hızla yapılan yatırımlarda evet KADER planı. AHBAP düşmanlığı almış gidiyor? Düşmanlık, kin duyacağına AHBAP neyin yerini dolduruyor sorusunun yanıtını aramalarını öneririm. Ve demokrasinin en önemli aktörü ( Denetleyen) sivil toplum. Diyor düşünüyoruz ama görüldüğü üzere her şey, her karar geniş yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanının iki dudağı arasında.
ilk yirmi dört saatte enkaz altındakilere ulaşabilme olanağımız vardı. Ordumuz istihkam taburları ve ülkemizde ki tüm madenciler olamaz mıydı? Helikopterle köylere, kentlere indirilselerdi, acaba neden olmadı?
Karayolu kapalı, ordunun elinde binlerce helikopter var. “Kızılay” zaten bu boyutta olmazsa da afete hazır olmalıydı. AFAD var mı? Yok mu? İki gün belli değil evet var “az sayıda İçişleri bakanının dediği gibi “Az sayıda kişi ile ne yapılır?” İlk gün bu kuruluşlar olur muydu? Ya da neden ilk günler de olamadı sorusunun yanıtını yine okuyucunun farkındalığına bırakıyorum.
Tabi “kurtarma” çalışmaları sürerken enkaz altından çıkanlar için tedbirler alınmaya başlandı. İlk iş öğrenci yurtlarını boşaltmak, kız çocuklarının eşyalarını çöp torbalarına doldurup sokaklara dökmek ve üniversitelerin kapatılması. Acı ama gerçek tedbir öğrenci yurtlarına depremzedeleri yerleştirmek yurtlara gelecek aileler için uygun mu? İki katlı ranzalarda yetmişlik, seksenlik yaşlıları barındırmanın yolu bu mu olmalıydı? Ya da otellere yerleştirme düşüncesi daha mı pahalıya geldi ondan mı ucuza kapattık yurtları?
Televizyonlarda korkarak, yutkunarak kendi akıbetinin ne olacağına aldırmada konuşmaya çalışan gazeteciler izledim. Kısaca “burada henüz yardım için kimsecikler yok” dediler. Afat, Kızılay, Akut gibi yardım kuruluşlarımız var. Var da planlama, organizasyon yok kardeşim. Atı alan Üsküdar’ı geçmiş. Binalar kum kaleleri gibi inşa edilmiş. Üst üste imar afları getirilmiş. Sen enkaz altında çabala ki kurtulasın. Şimdi halk sağlığı can yakıcı hal almadan, salgınlar olmadan geçtiğimiz bu karineye bakılırsa zor önlem alınır düşünüyorum. Ve umarım yanılırım.
Yağmur gibi yağan yardımların sokaklara atıldığını izledik. Bir taraftan da ekmek diyen depremzedenin feryadını duyduk. Yapılan yardımlar yerinde ve amaca uygun kullanılmalı. “Otoban ve köprü” yapımında kullanılmamalı. Elektrik firmaları faturasını ödemedi diye evini haciz ettiği abonenin elektriğini kesmeği bildiği gibi şimdi de zamanında elektrik vermeli. Hala deprem bölgesi ciddi anlamda bu konuda mağdur. Devamı haftaya olmak üzere umuyorum ki daha olumlu birçok konuda reel çözümler getirilmiş, bilim insanlarının rehberliğine başvurulmuş inandırıcı çözümleri yazarım. Ülkemizin başı sağ olsun, geçmiş olsun… Sevgilerimle
YORUMLAR