Rüyalara dair ilk tanımlamalar ve açıklamalar büyücülük, gelecekten haberler ve mistik olaylarla ilişkilendirilmiş şimdiye kadar hep. 1800’lerde de nihayet bilimsel açıklamalar yapılmaya başlanmış ve ilk açıklamaları yapanlardan biri de Delboef (1885). Kendisi zihnin asla uyumadığını, dokunulmadan kaldığını söylüyor. Yani uyanık olmayan zihin, uyku halindeki bedene ayak uydurmaya çalışır, işleyişi farklılaşır. İşte bu farklılaşma da rüyaları doğurur diyor sayın Delboef. Peki sizce aşırı yoğun bir günün ardından rahat yatağınıza uzandığınızda, gözlerinizi kapattıktan sonra gördüklerinizin gerçek yaşamınızla, bilinçaltınızla, duygularınızla bir alakası var mıdır? Yoksa yalnızca uyku halindeki bedeninizin aktif zihin egzersizleri mi bu gördükleriniz?
Bazı bilim insanlarına göre rüyalar; zihnin, dışardan veya içerden bir uyaranın uykumuzda yarattığı tepkisiymiş. Yani beynimiz, geceleri uykuda olan bedenimizin aksine inişli çıkışlı faaliyetler içerisinde. Mesela gece yarısı uykudan uyanıp lavaboya gideceğimiz durumu ele alalım. Beynimizde ‘Reküler Aktivasyon Sistemi’ adlı bir sistem var ki bu mekanizma idrar torbamızdan aldığı sinyalleri beyne iletiyor ve adeta ışıkları açan bir şaltermişçesine beynimizi uyarıyor akabinde o güzel uykumuzdan bedenimizin temel bir ihtiyacını karşılamak üzere uyanıyoruz. Rüyamızda kendimizi o çok sevdiğimiz yemeği afiyetle yerken görüşümüz, midemizden sinyalleri alan Reküler Aktivasyon Sistemi’nin eksiksiz çalıştığına bir işaretmiş demek ki : ) İşte bu ve bu gibi gördüğümüz rüyaların, nörofizyolojik temellere de dayandığını açıklayan bilim insanlarından ziyade Freud da bu düşlerin temelinde psikolojinin de var olduğunu savunmuş hep… Freud’a göre bilinçaltına giden ana yol rüyalar. Ve dahi günümüzün büyük bir çoğunluğunu uykuda geçirdiğimizi var sayarsak en önemli bilinçaltı tecrübesidir rüyalar. Düşlerimiz bize ne sunarsa sunsun malzemelerini günlük yaşantıdan alırlar. Tam da burada Freud’un bir kitabından alıntıyı paylaşmam konuyu oldukça pekiştirecek;
‘’Hastalarımdan biri rüyası esnasında bir kafede Kontuszowka içtiğini görmüştü. Bunu bana anlattıktan sonra Kontuszowka’nın ne olduğunu bana sordu ve içkiyi daha önce hiç duymadığını söyledi. Bu adı kendisinin üretmesinin mümkün olmayacağını çünkü bu içkiyi duvar ilanlarından uzun süredir bildiğimi söyledim. Başlangıçta bana inanmadı. Ama birkaç gün sonra aylar boyunca günde en az iki kez geçtiği sokak köşesindeki reklam afişindeki adı gördü.’’ (Freud, 2001, s.68)
Verdiğim bu örnekte şunu anlıyoruz, gözlerimizi kapattıktan sonra gördüğümüz düşlerin kaynağı farkında olsak da olmasak da belleğimiz kaydettiklerimiz, çocukluk yaşantılarımız, travmalarımız, gün içinde içerisinde bulunduğumuz duygu ve düşüncelerimiz, karakterimiz ve hatta coğrafyanın bile rüyalarımız üzerinde bir uyaran olduğunu savunmuş bilim adamları. Öyle ki; yapılan bir çalışmaya göre aynı bölgede yaşayan insanların benzer içerikli rüyalar görme oranları gözle görülür derecede yüksek.
Aslında rüyalar sayfalarca anlatıp açıklık getirebileceğimiz şeyler değiller. Yıllarca tartışılmış, üzerine sayısız araştırmalar yapılmış fakat net bir sonuca varılmamış bir konu bu. Görünen o ki rüyaların çıkış noktasını ve zihnimizdeki işlevini anlamamız için biraz daha zamanımız var sevgili okur.
Sevgiyle kalın.
YORUMLAR